Bir tanıtım filminde, bir reklam çekiminde, bir dizide ya da tatil fotoğrafında ‘begonvil’ gözükmezse dava mı ediliyoruz benim haberim yok?
Bu begonvil arkadaş ne ara Bodrum’un simgesi haline geldi?
Ne ara o olmadan Bodrum olmaz hale geldi inanın hatırlamıyorum.
Çocukluğumun hafızasında inanın begonvil yok.
Her yerden sarkan sardunyalar, dev okaliptüs ağaçları var ama begonvil yok.
Çarşı içinde kurulan pazar var.
Yoğun bir zeytinyağı kokusu var.
Arı kovanları var.
Mandalina ağaçları var.
Toprak yollar, willys kamyonetler var.
Kamping alanları var.
Develer var.
Turistlerin güneş yağı kokuları var.
Toz şekerli yoğurt var.
Kuru incir içine konan çitlembik var.
Ama
Begonvil yok!
Tamam çitlembikten ve deveden daha estetik olduğunu kabul ediyorum.
Bu anlamda görsel tanıtımlarda kullanılmasını da anlıyorum.
Ama bana fazlasıyla özenti geliyor.
Tahmin edersiniz ki bir çiçekle yaşadığım kişisel bir husumetim olamaz.
Benim takıntım şu begonvil çalısına yüklenen anlamda galiba.
Hani mahallenin huysuz emekli albayı durumuna da düşmek istemiyorum ama
Söylemesem olmayacak J
Hemen hemen hepiniz karşı kıyıdaki komşumuzu ziyarete gitmişsinizdir.
İnsan her gittiğinde ne kadar benzer kültürlere sahip olduğumuzu derinden hissediyor.
Yanımızdaki dostumuzun kulağına fısıldayarak itiraf ettiğimiz ama canımız pahasına yüksek sesle söylemediğimizi şeyi linç edilmeyi göze alarak ben yazıya dökeceğim.
Evet çok benziyoruz; onlarda farkında.
Yemeklerimiz, melodilerimiz, yaşama şeklimiz, heyecanımız, kızgınlığımız, evlerimiz, adetlerimiz, hatta bazı yörelerde tiplerimiz bile çok benzer durumda.
Hele güney egeye baktığımızda sokaklarımız, evlerimiz, avlularımız, siestalarımız bile aynı.
Tek bir fark ile;
Onların sokakları, evleri, avluları kartpostallık güzellikte.
Bizim sokaklarımız ev ve avlularımız pis, bakımsız yada en basit tabiriyle pasaklı görünüyor.
Sizce neden?
Neden biz beyaz evimizin önüne begonvil dikip penceremizi maviye boyayınca öyle görünmüyor?
Sokaklarımızın, evlerimizin, avlularımızın yani halkın gerçek yaşam alanlarının nasıl göründüğü o toplumun görgüsünün işaretidir de ondan.
Peki ben Türklere görgüsüz mü demek istiyorum?
Elbette hayır!
Her zamanki gibi kendi kaynaklarımızın değerlerini doğru öğrenip nesiller boyu aktarmak yerine kolayı seçip taklit ettiğimizi kendi kendimizi asimile ettiğimizi ve ortaya ne olduğu belirsiz bir yapı çıkarttığımızı iddia ediyorum.
Bodrum özelinde konuşacak olursak;
Öncelikle çoğunluk nüfusun Yörük olduğunu ve yörüklerin beyaz evleri ve begonvilleri olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Elbette Yunan dostlarımızdan oluşan ikinci bir nüfusumuz daha var. Birini diğerinden kayırmak için bir iki diye ayırmadığımız nüfus çoğunluğuna göre değerlendirdiğimi hatırlatmak isterim. Elbette.
Bu iki toplulukta yıllar içinde asimile olmuş, şekil değiştirmiş, yaşadığı yerin fiziksel koşullarına uyum sağlamış. Ve elbette bu iki toplulukta son derece estetik alışkanlıklara sahip.
Zira benim çocukluğumun hafızasında yer alan o şahane sokak ve avlular bu insanlara aitti ve hepsi bugün ‘yahu bizimki niye böyle değil’ diye iç geçirdiğimiz Yunanistan sokak ve evlerinden farklı yapılara sahip değillerdi.
Anlayacağınız eskiden photoshopsuz kartposttallara basılan sokak ve evlerimiz vardı.
Yaşı tutanlar hatırlayacaktır zaten Bodrumun her yerinde bu sokak ve evlerin basılı olduğu kartpostallar satılırdı.
Peki biz ne oldu da bu değeri ve görgüyü yitirdik.
Ne ara Vita tenekesine ektiğimiz sardunya yerini, suyunu çiçekten çalan gri beton saksıya ve içindeki bodur begonvile bıraktı?
Ne ara eski tenekelerimizden vazgeçip plastik saksılar aldık?
Ve yine ne ara;
Plastik saksıdaki çiçeklerimizi fon yapıp geri dönüşümden bahseden postlar atmaya başladık.
Her köşesinden zeytin ağacı fışkıran köyümde yemelik, yağlık, sabunluk üretimler yaparken ne ara Datça’dan birbirimize doğal sabun taşır hale geldik?
Begonvilin kendisine gıcık değilim elbette.
Anavatanı Brezilya olan bir çalı formunu alttan ışıklandırarak modern ve şık bir görüntü yarattığını düşünen, dekor için kullandığı sabunu internetten satın alıp, zeytin zamanı story atıp yıllık tüketimini perakende mağazalardan yapan zihniyetimize gıcığım ben.
Görgü ve değerlerimizin her gün bir bir içini boşaltıp bunu normalleştiren tüm zihinlere gıcığım.
Gezide ağaçlar kesilmesin diye sokağa dökülen ama kendi ev/site/otel yaparken onlarca zeytin ağacını kesenlere gıcığım.
Pazarda satmak için önünde dört patlıcan, iki ot, beş ekmek sermiş yaşlı teyzeyle pazarlık yapan ‘onun adı muşmula değil yenidünya’ diye o kadına öğretmenlik yapana da gıcığım.
Güvenlikli sitede ev arayıp, ay çok güzel geçen Simi’ye gittim kimse kapısını kilitlemiyor diyene de gıcığım.
Mandalina bahçesinde ev arayıp sinek böcek olmasın isteyene de gıcığım.
Tamam hadi ben gıcık bir tip olduğumu buradan yazılı olarak kabul edeyim.
Sizler de bunlara benzer şeyler yapıyorsanız kendi kulağınıza, kendi sıfatınızı fısıldayın.
Söz biz sizi duymayacağız.