MERHABA
Bodrum’a tatile gelenler uzun yolculuklarının sonunda kentin girişindeki tepeden o muhteşem manzarayı gördükleri anda yol kenarında da bir tabela görürler. Bodrum ile özdeşleşmiş, sadece Bodrum kentinin değil tüm yarımadanın simgesi olmuş Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ya da daha iyi bilinen adıyla Halikarnas Balıkçısı’nın bir hoşgeldiniz mesajıdır aslında gördükleri.
Ziyaretçilerini O'nun “MERHABA”sı ile karşılar Bodrum kenti.
İncelememizin konusu Meltem Ulu’nun biyografi olarak yazdığı ama roman tadında bir anlatımla güzelleştirdiği “Halikarnas Balıkçısı’nın Yolculuğu” adlı bir kitap. Kitabın formatı biyografi olunca tarihsel bir kronolojiye uyarak maddeler halinde tasarlanan bir yapı bekliyorsunuz ama yazar burada farklı bir teknik uygulamış. Balıkçı’nın hayatındaki kırılma noktalarında araya onunla sohbet eder tarzda paragraflar koymuş. Yarı biyografi, yarı kurgu diyebileceğimiz, temelde kahramanın yaşamını esas alan ama zaman zaman kendi içsesini de kullandığı hikayeler bütünü oluşturmuş. Kitabın girişinde yazarın da vurguladığı gibi bir çok farklı biçimde okumaya açık, sürükleyici ve anlaşılabilir bir kitap ortaya çıkmış. Kitabın sonunda Balıkçı’nın doğumundan ölümüne kadar olan dönem için hazırlanmış bir zaman akışı var ve ben bunu kitap bittiğinde farkettim. Okurlara benim gibi yapmalarını ve zaman akışını okumayı kitabın bitimine saklamalarını öneriyorum.
Kitabın iki kahramanı var. İlki elbette ki Halikarnas Balıkçısı ve diğeri de onun tutkuyla bağlandığı Bodrum kenti. Tabii ki burada Balıkçı’nın tüm benliğiyle bütünleştiği Bodrum’a onun yaşadığı ve aşkla bağlandığı günlerdeki haliyle “kent” demek doğru değil. Ulaşımın sadece denizyoluyla yapılabildiği, İstanbul’dan gemiyle haftalar süren bir yolculuk sonucu varılabilen, karayolunun olmadığı, Muğla’dan sadece katırlarla, atlarla ulaşılabilen, hatta ilk gidişinde Balıkçı’nın hayvanlara kıyamadığı için yolun çoğunu günlerce yürüyerek gittiği bakir, el değmemiş, betona, ranta, talana, insan kalabalığına teslim olmamış o güzelim Bodrum’dur burada kastedilen. Yani nam-ı diğer “Halikarnas”. Sadece o günkü haliyle Bodrum kasabası da değil; ormanıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla, taşı-toprağıyla tüm yarımada ve önüne serilmiş tüm güzelliği ve tarihi antik dönemlere uzanan Homeros’un, Herodot’un, Hipokrat’ın yaşadığı tanrıların mekanı o muhteşem Ege Denizi’dir Balıkçı’yı kendisine aşık eden.
Halikarnas Balıkçısı’nın bir sevgili gibi bağlandığı Bodrum ve Ege Denizi’ne olan tutkusunun nedenlerini, aile kökenlerinin dayandığı, en azından geçmişte bir süre yaşadıkları Girit adasındaki yaşamdan aldığı genlere de bağlayabiliriz. Osmanlı’nın son dönemlerinde devlete “Paşa” olarak hizmet etmiş babası ve amcası bir dönem Girit’te görev yapıyor. Girit, Balıkçı’nın anne toprağı. Evliliklerinden birini de yine bir Giritli ile yapıyor. Yolları Giritliler ile birçok kez kesişiyor. Denize olan tutkunun ve Ege’ye olan sevginin temeli buradan geliyor.
Tarihi trajedilerle dolu bir aile Kabaağaçlılar. Belki de içlerinde en talihsizi de Cevat Şakir. Yaşamında o kadar keskin dönemeçler ve kırılma noktaları var ki, sadece tüm ömrü boyunca “Baba katili” yaftası ile yaşaması bile yaşanılan trajedilerin hepsini gölgesinde bırakıyor. Kimilerine göre bir kaza, kimilerine göre kişisel hüsumeti nedeniyle yaşamının daha başlarında baba katili oluyor Balıkçı.
Sol-toplumcu siyasi profili, fikirleri ve yazdıkları nedeniyle uğradığı takipler, soruşturmalar, hapisler ve sürgünler dışında daha gençliğinde kaptığı verem hastalığıyla geçen ve yaşamının her döneminde sırtında bir kambur gibi taşıdığı geçim sıkıntılarıyla dolu soluk soluğa bir ömür.
Ve bu mücadelenin içinde her zaman arkasında olan Giritli annesi Sare Hanım...
Okuduklarımdan edindiklerime bakarsak Balıkçı’nın görece uzun yaşamının en büyük nedeni kötü günlerinde hep arkasında dimdik duran annesinden aldığı güç olarak görülüyor. Evliliklerinden ve beraberliklerinden olan çocuklarıyla bağlarını hiç koparmıyor, sevgisini her koşulda paylaşıyor ama içinde annesine olan sevgi ve bağlılığı aynı Bodrum aşkı gibi; hiç azalmıyor, küllenmiyor. Çok sevdiği kocasını öldürmesine rağmen evladına olan sevgisi hiç azalmayan annesinde de olduğu gibi…
Halikarnas Balıkçısı aldığı iyi eğitim ve birkaç yabancı dil bilmesi sayesinde ve geçimine faydası olması amacıyla bir süre İzmir’de turist rehberliği de yapıyor. İşini o kadar iyi yapıyor ki bir süre sonra hatırı sayılır bir hayran kitlesi kazanıyor. Tarihçi Lord Kinross’u, dönemin Belçika Başbakanını, Fransa Cumhurbaşkanını gezdiriyor. Mitolojiyi iyi bilmesi, dile olan hakimiyeti, gür ve davudi ses tonu ve etkileyici anlatım tarzıyla kendi fanatiklerini oluşturuyor. Bu tecrübeler daha sonra yazacağı kitaplarının da altyapısını oluşturuyor. Bu dönem Balıkçı ve ailesinin başta eğitim ihtiyaçları olmak üzere farklı bir yaşam amacıyla Bodrum’dan İzmir’e taşındıkları döneme denk geliyor. Ve bu dönem bir şekilde hayatını ve entelektüel çevresini değiştiren Sabahattin Eyüboğlu ile dostluklarının başlangıcı da oluyor. Arkasında diğerleri; Vedat Günyol, İsmet Zeki Eyüboğlu ve Azra Erhat…
Azra Erhat ile olan ilişkileri entelektüel birlikteliğin yanında zamanla aşka dönüşüyor. Eşi Hatice’nin de çaresizlik içinde kabullendiği bu büyük aşk yazarın ölümüne kadar sürüyor. Öyle büyük bir sevgiyle birbirlerine bağlanıyorlar ki Azra Erhat tutkuyla sevdiği yazarın ölümünden sonra hiç evlenmiyor. Kendisini Balıkçı’nın ve ondan kısa bir süre önce ölen kadim dostları Sabahattin Eyüboğlu’nun eserlerinin düzenlenip yayınlanmasına adıyor. Bu şekilde unutulmamalarını ve edebiyat dünyasına verdikleri katkıları güncel tutmaya çalışıyor.
Bu arada Balıkçı beraber olduğu bu entelektüel çevresine tekneyle bir “Mavi Yolculuk” düzenleyerek Bodrum’da ve Ege Bölgesi’nde turizmi başlatıyor. Latince aslından Homeros çevirileri yapan Azra Erhat’a birlikte “Mavi Anadolu” akımını oluşturup geliştiriyor. Ülkedeki gerçek anlamda turizm faaliyetlerinin başlangıcı Halikarnas Balıkçısı’nın gayretleri ile başlıyor. Bu yönüyle de gerçekten övgüye değer uğraşlarda bulunuyor. Kitapta hepsi çarpıcı bir şekilde anlatılmış.
Yaşamının olgunluk döneminde yazınsal verimlerini de yayınlamaya başlıyor. Turist rehberliği dışında bahçıvanlık, gazetelerde köşe yazarlığı da yapıyor. Geçimini sağlamak için gerek bedensel gerekse de zihinsel efor sarfetmek zamanla sağlığıyla ilgili sorunları başlatıyor. Bu arada ilk kitabı “Aganta Burina Burinata” yayınlanıyor. Arkasından seri halde diğer kitapları geliyor. Eserlerinde ana temaları Anadolu, mitoloji, Arişipel (Ege Denizi), denizciler, sünger avcıları, tarihsel kişilikler ve tüm güzelliğiyle doğa oluşturuyor. Zamanla yazdıklarıyla çok ciddi bir okur ve hayran kitlesi oluşuyor. Kitapları bugün bile hayranlıkla okunuyor ve takip ediliyor.
Sağlığının bozulmaya başladığı dönemde dostları Fikret Adil ve Sabahattin Eyüpoğlu’nun organizasyonu ve ısrarı ile Bodrum’a deniz yoluyla bir gezi yapıyorlar. Yıllar sonra değişmiş gördüğü kasabada tam bir hayal kırıklığı yaşıyor. Binbir emekle dikip büyüttüğü ağaçların kesildiğini ve kasabalıların sahip çıkmadığını görünce kendi kendine, “Halikarnas hızla Bodrum oluyor” demekten geri kalmıyor. Oysa Balıkçı o coğrafyanın hep Halikarnas olarak kalmasını istemişti. Sonrasında ise o güzelim Halikarnas’ın, o eşi benzeri olmayan güzelim yarımadanın geldiği içler acısı durum ise ortada.
Yazar kitabın girişine Tolstoy’dan bir alıntıyla başlıyor. Anna Karenina’nın girişinde,”Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.”diye başlıyor. Kendine özgü bir mutsuzluğa sahip olan Kabaağaçlı ailesinin belki de en talihsiz bireyi Cevat Şakir’in büyük bölümü gerçekten çilelerle, geçim sıkıntılarıyla geçen ömründe verdiği eserler azımsanmayacak bir miktarı oluşturuyor. Hem de öyle yazılmış olmak için yazılmamış, edebi derinliği olan birbirinden özel metinler. Balıkçı’nın biyografisini okurken alelade bir insan olmadığını ve özellikle hayatının son çeyreğinde verdiği bu güzel kitapların boşuna olmadığını daha da iyi anlayacaksınız.
Kitabın başında, “Halikarnas Balıkçısı İçin Kısa Sözlük” diye bir bölüm var. Burada Balıkçı ile özdeşleşmiş bazı özellikler sıralanmış. Örneğin “çizgisiz kağıt”. Yazılarını yazarken tercih ettiği kağıt. Çizgisiz kağıda yazarken kendisini daha özgür hissediyordu. Yaşamında da öyle. Bir boşvermişlik, olayları akışına bırakma, hayatındaki kırılmaları önemsememe gibi. Ama aslında dışavurumunun böyle olduğu, içinde ise fırtınalar koptuğu söyleniyor. Bu ve bunun gibi bir sürü başlık var sözlükte.
Pek de özenilecek bir hayatı olmayan yazar özellikle Bodrum yarımadasında hala güzel yönleri ve edebiyatçı kişiliğiyle saygı görmeye devam etmektedir. Kitapları hala satmakta, edebiyat dünyasında kabul görmekte, başını çektiği ve turizm dünyasına armağan ettiği “Mavi Yolculuk” hala yoğun ilgi görmektedir.
Balıkçı bu güzel yönleriyle daha uzun yıllar okunmaya ve anılmaya devam edecektir.