Bodrum’da yarı güneşli bir öğleden sonra… Eşim balkonda çamaşırları topluyor. Silkeliyor, eliyle hafif düzlüyor, sonra katlıyor. Ben olsam biraz daha az katlardım ama olsun, bu da olur. Pırasa aldık pazardan, havuçları doğraması gerek, zeytinyağını büyük kavanozdan küçük şişelere geçirecek. Hazırda doğranmış soğan olmasaydı bir de soğan doğrayacaktı.
Ben mi? Yemeği ben yapacağım. Ayrıca pırasa yıkamak da kolay iş değil, onu da ben yapıyorum.
Kahvaltıyı o hazırlıyor, ben topluyorum.
Çayı ben demliyorum, sunması ona kalıyor. Toprağı o çapalıyor, soğanları ben ekiyorum. Otları ben yoluyorum, sulamayı o yapıyor. Kızı okula o götürüp getiriyor, ben uğurlayıp karşılıyorum.
Ayrıca çalışıyoruz elbette ikimiz de… Herkesin işi kendine yoğun, kendine zor.
Ama bir de ortak işler var, ortak yapılmadığında büyüyen.
…
Sabah hazırladığım bir makalenin, etrafa dağılan düşünceleri bunlar. Konda tarafından yapılan ve birkaç ay önce yayınlanan bir araştırmaya göre, ev işi ve bakım emeği yükü kadınların omzunda. Kadınların yüzde 67’si ev işlerini tek başına yaparken evli kadınların yüzde 75’i ev işlerini tek başına yapıyor. Bakıma muhtaç bireylerin bakımından da genellikle kadınlar sorumlu.
Bütün bunlara ek olarak kadınların zihinsel yükü de erkeklerden ağır. -genellikle-
Öte yandan erkekler, kadınların eşitliği ile ilgili sorulara son derece pozitif yanıtlar veriyorlar. Görülüyor ki onlara göre hava gayet hoş.
Buraya kadar gündemi romantik tuttum.
Bir de işin şu yönü var: Türkiye'de her 10 kadından 4'ü hayatları boyunca şiddetin en az bir formuyla karşı karşıya. Ev içi şiddete maruz bırakılan çalışan kadınların oranı yüzde 75.
Gelin görün ki 2019 yılı verilerine göre ülkemizde geçim zorluğu nedeniyle intihar eden 3 bin 406 kişiden 2 bin 626’sı erkekler.
Kadının şiddet görmesi, işleri tek başına üstlenmesi, erkeklerin intihar oranlarının kadınlardan açık ara fazla olması bana göre aynı sebepten kaynaklanıyor. Kadın ve erkeğin üstlendiği toplumsal roller, mahalle standartları, kalıplar ve bin yıllık inanışlar… Kadın evi idare eder, erkek eve para getirir. Kadın evde istenenleri yapamazsa dayak yer, erkek yeteri kadar para kazanamıyorsa kendini kötü hisseder, savaş çıkar, kadın şiddet görür, en abartılı son noktada erkek intihar eder. Çocuklar bu döngünün içinde,bunları görerek ve yaşayarak büyür, nesil aktarımı gerçekleşir, dünya döner, bir şey değişmez.
Mağaradayız sanki. İyi de bu zihinsel mağaralardan çıkmanın bir yolu yok mu?
Her şey o kadar katı ve iyi öğretilmiş ki değiştirmesi çok güç. Ama mümkün.
Garip ama bu noktada yine bana göre annelerin bir depar daha atmaları gerekiyor. Son bir depar.
Kız çocuk anneleri, eşitlikçi, ekmeğini eline alan, güçlü kızlar yetiştirmek konusunda kendilerini parçalıyor. -Ya da ben ve etrafımdakiler öyle yapıyoruz, genellemeyeyim-
Erkek çocuk anneleri bu noktada kritik bir sorumluluğa sahip. Oğlanların kafalarında, kalplerinde ve zihinlerinde büyüyen mağaraları onlar yok edebilir. O mağaraların duvarlarına çizilen kalıpları yalnız anneler yok edebilir. ‘Aslan oğlum, kaplan oğlum, adam oğlum, erkek oğlum’devri mutsuzlukla geçti gitti. Her iki taraf da çok fire verdi.
Oysa şairin dediği gibi “Türkü tadında yaşamak vardı bu hayatı”, el ele, dayanarak birbirine, dayanışarak… Bir ekmeği, işi, gücü, düşünceleri, acıyı ve mutluluğu paylaşarak…
Kocaman bir nesil için bu, böyle olmadı.
Sakın bu eşitsizlik illetinin uzak mahallelerde, kırsalda ya da sadece eğitim düzeyi daha düşük toplumlarda yaşandığını sanmayın. İngiltere, ABD hele de Japonya, bu konuda başı daha çok ağrıyacak ülkelerin başını çekiyor. Kalıplar öyle sert ki yeni nesil bile kırıp atamıyor. Bir örnek size: İngiliz erkeklerin yüzde 63’ü eşlerinin kendilerinden fazla kazanmasını sakıncalı buluyormuş! Bu düşünceyi doğuran şey, zaman içinde büyüyor büyüyor ve şiddete dönüşüyor işte.
Pembe de güzel mavi de sevgili okurlar! Beyaz, kırmızı, yeşil, gri, mor ve turuncu da güzel. Sarı şahane, krem rengi çok havalı! Erkek çocuklarına pembe giydirmiyorsunuz ama kızlar maviyi çok seviyor. Kızlar güçlensin diye uğraşıyoruz ama oğlanlara toz kondurmuyoruz hâlâ…
Oysa bakın ne diyor intihar oranları?
Toplumsal kalıplar öylesine dar ki ben bu köşede erkek ve kız dışındaki cinsiyet seçeneğini yazmaktan çekiniyorum. Oysa hayatın içinde doğal olarak o da var.
Ben yine her zamanki gibi bir şiire bağlayayım son sözü, şiirler azalmasın.
“Yahu kadın!
Ben seni darmadağın seviyorum,
Nedir bu derli toplu olacağım derdi?
Saçın dağınıkmış,
Üstün başın berbatmış,
Yüzün gözlerin yorgunmuş,
Bunlardan bana ne?
Geceler boyu yüzüme gözüme bulaşan başkası sanki!
Ben seni benim dağınıklığıma karışasın diye sevdim…
Hangi ağacın bir diğerine karışmış kökleri düzgün ki?
Hangi dağ bir öbürünün hizasında?
Hangi göl kıvrım kıvrım değil?
Hangi bulut öyle, onlar kadar dağınık?
Onlar kadar güzelsin diyorum,
Uzayan gölgem ol,
Karanlığınla bile dokun, yeter diyorum,
Dinletemiyorum…!!!”
Can Yücel