Romalılar tüm dünyayı fethettikten sonra, (o günkü bildikleri kadarıyla, Akdeniz) “peki biz (cumhuriyet) bundan sonra ne olacağız?” diye sormuşlar. Ve Roma bu soruyu sorduktan 3 yıl sonra yıkılmış.
Samuel .P.Huntington’un Medeniyetler Çatışması kitabını okuduktan sonra, bir iki satır yazıp paylaşmak istedim.
Makalenin kısaca özeti şöyle: İdeolojilerin bittiği, soğuk savaşın başladığı, sosyalist dünyanın çöktüğü günümüzde, artık medeniyetler çatışması olacaktır.
Dünyada; Avrupa, Konfüçyüsçü Çin, İslam Medeniyeti, Afrika, Latin Amerika, Ortadoks Rusya gibi 7-8 medeniyetin mücadelesi olacaktır.
Avrupa medeniyeti buna Amerika’da dahil, dünyada özgürlük ve demokrasi değerlerinin savunucusudur ve bu gücünü kullanmak ve kaybetmemek için mücadele etmelidir, etmelidir ki; galip gelsin.
Türkiye için analizi ise; İslam dünyasının lideri olmalıdır, Osmanlıya dönmelidir, İslami partiler demokratik seçimlerle başa gelmelidir .
Makalenin yazılış tarihi 1993. (Adam kahin, 2002’de AKP iktidara geldi.)
Huntington, Pentagon Dış İlişkiler Danışmanı. Bush ve Clinton’ın Dış ilişkiler Danışmanı.
Burada en büyük itiraz şu olabilir?
Çatışmaya mecbur muyuz? Çağımızın en büyük sorunu, algı problemi.
Adam soruyu soruyor, cevaplıyor. Kimse bu soru yanlış demiyor, cevabın peşine düşüyor.
Biraz açarsak;
Dünyayı tüm insanlar için çatışmasız daha iyi bir yer haline getiremez miyiz?
Amerika’da sokakta yatan bir adam veya kadınla, 50 dolar aylığa çalışan bir Çinlinin ne problemi olabilir ki?
Füze yarışlarında nükleer silahlar bu insanların yaşamını nasıl daha iyi hale getirebilir ki?
Zaten buradan şu soru çıkıyor: Bu medeniyetler ne ile uğraşıyor? İnsanların refah düzeyleri artırdıkça mı büyüyorlar? Yoksa başka ülkeleri sömürüp silahla yok edip, oradaki kaynakları yine kendi %1 kesime aktardıkça mı?
Bir Çinli, 1 ekmek yemek için, 9 ekmeği Amerikalıya vermek zorundaysa, bunda bir gariplik yok mu?
ABD her yıl 800 milyar dolar açık vermekte, aslında bunun fiziksel karşılığı başka ülkeler üretip Amerika’ya fazlalarını veriyorlar. ABD ürettiğinden fazlasını tüketiyor. Türkçesi çalıyor.
Sahte demokrasiler, düşmansız yaşayamaz.
Burada ülkeler dış düşmansız kaldığı zaman, içe bükülme sorunu çıkıyor ve kapitalizm içe büküldüğü zaman kuşkusuz sorgulanmaya ve çatırdamaya başlıyor.
Yani dış düşman olmadan sahte demokrasileri ayakta tutmak imkansız.
Huntington, her şeyin karşıtıyla olabileceğini çok iyi biliyor, toplum ve siyaset mühendisliği müthiş.
Burada canlı örneklerle destekleyelim; Hitler Yahudilere zulüm yapmasaydı İsrail kurulabilir miydi? Dünyanın her yanındaki zengin ve mutlu Yahudi azınlıklar İsrail’e gitmek isterler miydi? Kuşkusuz zordu.
Bizden bir örnek; biz Kürt vatandaşlar için gerçek demokrasi ve eşit yurttaşlık yaratabilsek bir Kürt hareketi doğabilir miydi? Kuşkusuz çok zordu .
Bir iki analizimi de eklemeliyim; Huntington kapitalizmin gelişimini görmekte, Japon ve Konfüçyüsçü Çin’in gelişen üretim ve refah yönünü çok iyi görmekte ama ilginç bir şekilde tarihi durdurma gibi bir niyeti sezilmekte. Avrupa’da kapitalizmle birlikte maneviyatının kaybolduğunu, İslam ve Konfüçyüsçü Çin’in ise hem refah ürettiğini, yani teknolojiyi ve bilimi kullanmayı ilerletmeye başladığını, hem de maneviyatının olduğunu saptamakta.
İslam dünyası ise hâlâ teolojik tartışmalarla debelenmekte, bir türlü bilim teknoloji ve refah konularına odaklanamamaktadır.
Yani Huntington’ın senaryosunda İslam medeniyeti, bir aktör olmaktan çok dünyaya korku salarak Avrupa medeniyeti için oyunda pasif ama etkili dış düşman rolünü oynamaktadır.
Ama Avrupa’da yaşanan sosyal gelişmeler bu radikal düşman İslam rolünü boşa düşürmüştür.
Avrupa solu ve eğitimli Avrupa halkı bunun bir proje oluğunu anlamış, her Müslüman terörist olamaz demiştir. Bunun top yekûn Müslüman ve Hristiyan savaşı çıkartmak olduğunu anlamış ve bu havuçu yutmamıştır. Trump’ın verdiği ırkçı gazlara da gülüp geçmiştir.
Burada gene Avrupa solu tarihi rolünü oynamıştır ve övgüye değerdir.
İslam dünyası laik bir dünya kurduğunda, bu dünyayı ve öbür dünyayı sağlıklı analiz ettiğinde ve manevi gücünü teknoloji ve bilimle birleştirdiğinde dünyada çok etkili bir medeniyet kurabilecektir.
Fakat bu Huntington’ın dediği gibi tek İslam Medeniyeti rüyadır; her ülke her millet kendi devletini kuracaktır.
Atatürk de nutkunda İslam ülkelerinin bağımsız devlet olmalarını ve onlarla Türkiye’nin ilkeli birlikteliğine vurgu yapmıştır.
Bence dünya tarihi Hegel ve Marx’ın savaşına sahne oluyor; daha doğrusu tezlerine.
Hegel ve Marx hala yenişemedi.
Hegel ve Marks’tan acaba hangisi haklı çıkacak?
Altyapı üstyapıyı mı belirliyor? Yoksa üstyapımı altyapıyı belirliyor?
Hegel bir kültürün oluştuğunu bunun üst yapıyı oluşturduğunu, bunun da devlet olduğunu belirtmiştir.
Ama bugünkü devletler, bu kültüre bu halklara hizmet etmemekte, %1 azınlığa hizmet etmektedir.
Dolayısıyla Hegel’in tezi tam tutmamaktadır.
Hegel, normal olarak kapitalizmin ve sermaye birikimini artı değeri bilmiyordu.
Tarih hakikaten savaşan sınıfların sonucu mu?
Marx’ın tezlerine göre de, üreten sınıflar, ekonomik üst yapıyı belirlemektedir.
Bu kısmen doğrudur, yalnız bir eksikle; üreten kesimler, bu modern çağda ayaklarına kurulan modern tuzaklardan, bataklığa saplanmış çamur gibi, kurtulamamaktadır.
Üst yapıyı belirlemektedirler ama yönetim ellerinde değildir.
Bence şimdilik ikisi de değil. Roma’daki konsül, biz soyluyuz deyip, diğerlerinin de kabul ettikleri gibi, günümüzün oligark kapitalistleri de biz paranın, mülkiyetin, ekonominin sahibiyiz diyorlar ve diğer %99’luk kesimin de bunu kabulüyle hibrit bir sistem şu anda dünyada devam etmekte .
Sonuç olarak, bende bir kehanet yapayım:
Bütün bu tezlerin ötesinde, bu haberleşme, teknolojik gelişmeler dünyayı küçücük bir köye çevirmektedir. İleride medeniyetler çatışması değil, bir türlü insanlara huzur getirmeyen bu lanet devletler ile insanlar arasında çatışma olacaktır.
Tabi bu arada kapitalizm tüm dünyada gelişmesini tamamlayacaktır ve % 1000 tıkanacaktır. (Bunu Marx matematiksel olarak Kapital’de ispatlamıştır.)
Kapitalizmin Atlantik’ten sonra, Uzak Doğu’ya geçeceğini, bütün dünyayı göl haline getireceğini ve sonunda kendini bitireceğini öngörmüştür.
İnsanlar savaşsız, devletsiz bir dünyayı mutlaka kuracaktır.
Buna hiç şüphe yoktur.
Sağlıcakla kalın.
Oktay Kartal