“Oğlum geliyor! İnanamıyorum. Oğlum geliyor işte! Yaza gelir diyordum. Hiç beklemiyordum.”
Semiha Hanım heyecandan yerinde duramaz olmuştu. Neredeyse sevincinden ağlayacaktı.
“Kızım Saadet, abin geliyormuş. Ne pişirsem, ne yapsam oğluma? Koş Saadet hemen Kapıcı Mustafa Efendi’yi bul, onu alışverişe göndereceğim. Karnıyarık çok sever oğlum, sonra zeytinyağlı biber dolması da yaparım. Bir de etin yanına iç pilav. Onun sevdiği revaniyi de pişireyim. Ah, oğlum ah. Benim revani suratlı, tatlı oğlum… O soğuk memlekette lahanadan başka şey yoktur şimdi. Yemek pişirmeyi de bilmez. Zayıflamıştır bir tanem… Rusya’nın soğuğunda, inşaatlarda kar kış demeden çalışıyor zaten. Saadet, abinin odasını havalandır. O mavi çarşaf takımlarını ser. Mantı yapalım mı? Mantı… Anneciğinin elleriyle yaptığı mantıyı çok sever. Geldi mi Mustafa Efendi? Saadet kızım, söyle markete gidecek.”
Saadet annesini yatıştırmaya çalışırken Semiha Hanım kızının söylediklerini duymuyordu bile, aklı alışveriş listesiyle meşguldü.
“Yapma anne, abim yarın burada olacak diye hiç telaşa gerek yok. Evde yeterince yemek var zaten.”
“Mühendis olsun istedim de iyi mi yaptım? O Rusya’nın soğuğunda çalışırken, ben de evlat hasreti çekiyorum kolay mı? Sen de kızım, sen de ana olursan görürsün… Neydi, onun çalıştığı şehrin adı? Dilimi döndürüp söyleyemiyorum. Bu oğlanı evlendirmem lazım. Şu Neriman Hanım’ın kızının adı neydi? Nesrin, Nesrin’di. Hanımefendi bir kız, tanıştıralım bir fırsatını bulup gösterelim bizimkine… Döndü mü Mustafa Efendi? Bu adam da böyle zamanlarda hep sallanır. Ahbaplığa dalmıştır biriyle… Saadet, sen git al. Bekleyemiyorum… Baban nerede kaldı? Her şey bana bakıyor. Oğlum benim, kuzum. Yoldadır şimdi. Uçağı alana ne zaman gelir, biz gidip karşılasak mı acaba?
Ömer yola çıktığından beri annesini düşünmekten kendini alamıyordu. Annesinin geleceğinin haberini aldığı andan itibaren kapılacağı telaşı bildiği için iyi ki son anda haber verdim diyordu.
Uçakta yanında oturan kadını pasaport kontrolünden önce oğluyla vedalaşırken gördüğünü hatırladığında, kadının mendili hala ellerindeydi, gözlerini siliyordu. Oğlu bizim inşaatta çalışan Türk işçilerden değil miydi? diye düşündü. Eskiden çalışmak için Almanya’ya, İngiltere’ye gidilirdi, şimdi Rusya’ya ve diğerlerine… Ama kadına sormak istemedi. Annesi gibi onun da anlatacağı uzun bir öyküsü, mutlaka vardı. İçi sıkıldı. Aklından çıkarmaya çalıştı. Hostesin getirdiği içkiyi yudumlarken her şeye boş verdi.
Saadet annesine ağabeyinin şu anda yolda olabileceğini, belki de uçağının inmiş olduğunu söylediğinde, annesinin heyecanlı haline ne yapacağını bilemedi.
“Yarın geleceğim dememiş miydi? Bana her şeyi neden son anda söylüyorsunuz? Oğlumu üç yıldır görmüyorum özledim, çok özledim…”
“Daha çok heyecanlanırsın diye söylemedik anne…”
Semiha’nın içini bir korku sardı. Ya yanında birini getiriyorsa? Evlenmişse.. Benden çekinir, biricik annesini üzmez benim oğlum. Bir hüzün sardı içini, gözleri doldu.
Ömer kapının zilini çalarken neşeliydi. İnsanın evinde olması ne güzel diyordu... Bir kucaklaşma, bir sevinç. Tüm endişeler unutuldu. Masada yine eskisi gibi aile sofrası, Semiha Hanım bir mutfağa bir masaya koşturuyor, zeytinyağlılar, dolma, pilav ne pişirdiyse sofraya getiriyordu... Mehmet Bey de, karısını çağırırken kendine de bir kadeh rakı alıp masaya hemen oturdu.
“Yeter hanım yeter, sen de gel otur artık… Oğlumuzla şöyle bir hasret giderelim.”
Ömer, geri dönene kadar sürecek olan bu sevgi selinin içinde küçük bir çocuk gibi şımarıyordu. Anlatması gerekenleri, ardında bıraktıklarını sonraya saklamaya karar verdi.
Ömer sanki başka bir boyuttaymış gibiydi... Boş verse, hiçbir şeyden söz etmese… Onlara karşı hala karnesindeki kırıkları saklayan bir çocuk gibi davrandığını fark edip kendine kızıyordu. Ömer’in o gece yatağa yattığında gözüne uyku girmedi bir türlü…
Önce, on beş gün değil birkaç gün kalacağımı söylemeliyim onlara… Şöyle bir fırsatını bulup annemi yalnız yakalarsam, tabii geldiğimi söyleyip bütün akrabaları çağırmadan. Ah, şu dertten bir kurtulsam… Nasıl anlatacağımı bilmiyorum? Hiçbir şey anlatmadan geri dönsem, bir mektup filan yazıp kurtulsam? Annem çok kırılır. Şoka girer kadın, zaten tansiyonu var… Babama söylesem o daha anlayışlıdır, ne de olsa erkek erkeğin derdinden anlar. Olmaz, Saadet’e söylerim o anlatsın. Olmaz, olamaz.. Anlatmazsam Olga’nın yüzüne nasıl bakarım?
Semiha Hanım sabah erkenden uyanmış çayı koymuştu bile, puf böreklerinin en güzelini oğluna pişirmişti. Yine oraya buraya koşturuyordu. Ömer kimse gelmeden anneme nasıl anlatsam diye düşünürken, sessizce uzaktan Semiha Hanım’ın telaşını izliyordu.
“Anne, ben birkaç gün kalacağım gel otur, konuşalım. Yorma kendini...”
Semiha Hanım önce Ömer’in ne dediğini algılayamadı, sonra yüzünden hayal kırıklığı okunurken gözlerinde akmaya hazır bekleyen yaşlar bir anda yanaklarından aşağı süzülüverdi…
Annem hep aynı, hiç değişmedi, daima ağlamaya hazır, direncimi kırıyor diye düşünerek, çaresiz onu teselli etmeye çalıştı.
“On beş gün dememiş miydin?” diyor, Semiha Hanım’ın gittikçe yavaşlayan sesi…
“Öyle bir şey dememiştim.”
Ömer için konuşmak, anlatmak gittikçe zorlaşıyordu. Hayır, hemen şimdi söylemeliyim, ama nasıl ?
“Seninle tanıştırmak istediğim biri var anne, bir kız.”
“...............”
“Adı Olga”
“.............”
“Öğretmen... Sarışın yeşil gözlü, çok sevimli, seveceksin bir tanısan.”
“Beraber mi yaşıyorsunuz? Yoksa hamile falan mı? Yüreğime inicek… Ben senin için neler planlamıştım? Neriman ne olacak ona ümit verdim, yoksa evlendin mi? Yaparsın, onu da yapmışsındır sen…”
“Biraz nefes al anne… Tansiyonun çıkacak. Kolonya, kolonya getir Saadet...”
Semiha Hanım birkaç gündür konuşmuyordu. Telefonlara bile çıkmıyor, yemek yemiyordu. Ömer artık ondan umudunu kesmiş gibiydi. Kırgın ayrılacağız diye içi içini yiyordu… Kendine aile bağları ne olursa olsun önemli, Olga’dan vazgeçmeliyim diyordu. Analar geri gelmez. Mehmet Bey oğluna anlayışla bakıyor ama karısının huyunu bildiği için ana oğulun arasına girmiyordu.
“Aldırma oğlum. Annen zamanla alışır. Biraz sabırlı ol…” diyordu.
Artık evde hiç kimsenin keyfi kalmamıştı. Ömer ertesi gün dönecekti. Semiha Hanım sesizce yaklaştı, Ömer’in ellerinden tuttu, oğluna sarılarak öptü.
“Ne zaman getireceksin?”
“Kimi anne ?”
“Olga’yı…”
“Baharda burada evlenelim diyoruz… Aslında sen ne zaman uygun görürsen. Ailesi de gelecek. İstiyorsan düğün bile yapabilirsin. Hani sünnetinde düğünü yapamadım, bari evlenirken şöyle düğünlü dernekli bir şey yaparız diyordun ya…”
“Ailesi nasıl insanlar?”
“Bizim gibi.”
“Nasıl anlaşacağız?”
“Türkçe öğreniyor anneciğim…”
“Alışacağım oğlum, buna alışacağım. Seni seviyorum.”
“Ben de anne seni seviyorum.”
Semiha Hanım ertesi gün oğlunun dönüş heyecanına kaptırmıştı kendini, telaşlı, şaşkın, biraz kaygılıydı… Ömer vedalaşıp kapıdan çıkmaya çalışırken, Semiha Hanım kimbilir ne zamandan beri sakladığı bir şeyleri ortalara çıkarıyor, seçiyor, bakıyor, beğenmiyordu. Sonunda bir şeyler bulup getirdi, özenle sardığı küçük paketi bavulun bir köşesine saklarken Ömer’e,
“Bu da Olga’ya” dedi sevgiyle “Daha güzel bir şey yollamak isterdim ama baharda nasılsa görüşeceğiz, o zaman kısmetse daha iyisini alırım…”