Küçük adımların büyük değişimler yaratacağına tam inanıyorum, bir yumruk geliyor, vazgeçiyorum.
Birkaç gün geçiyor, küçük bir şey oluyor, yarattığı değişikliği hissediyorum yumruğu unutuyorum.
Çünkü benim işim ve de gücüm (kuvvetim anlamında yani) küçük şeyler.
Duvarın dibinde açan asi çiçek.
Fırında pişmiş patatesin buharı.
Yaşlı pazarcı teyzenin elime tutuşturduğu tohum.
Denize girerken karısının elini sıkı sıkı tutan yaşlı amca.
Oruç Aruoba’ya tutulma nedenim de onun şu satırları:
“Yaşamın en küçük şeyleri bile bakım ister; ufak ayarlamalar, düzenlemeler, onarımlar.
Ya büyük şeyleri?
Yaşamın büyük şeyleri yoktur ki; yaşamın her şeyi küçüktür, ufacıktır, ayrıntıdır.”
Birkaç küçük şey ile ilgili düşüncelerim ayaklandı, kendilerini yazıya döktüler:
Bir tanesi, şu anda gezegenin içinden geçmekte olduğu kritik değişimle ilgili… Artık hepimiz biliyoruz ki eskilerin tabiri ile dünyanın çivisi çıktı. İklim değişikliğine bağlı olumsuz haberler birbiri ardına geliyor. Kara haber yayıncısı olmak istemem ama durum çok ciddi.
Sabah okuduğum makalede Bill Gates kısaca; “İnsanların iklim değişikliğine yönelik aksiyonlar almasını beklemeyin. Onlar çok küçük adımlar, yetmez” diyordu. Bay Gates’i anlıyorum ama küçük adımların gerekliliğine de inanıyorum. Bir iki örnek vereyim... E-posta kutularımız gereksiz e-postalarla dolu. Arada bir temizlik yapmak bile veri depolama alanlarının boşalmasına ve bu alanların hayatta kalması için kullanılan enerjinin tasarruf edilmesini sağlıyor. ‘Bir kişi temizlik yapsa ne olur?’ diyebilirsiniz. Ama ya 10 milyon kişi yaparsa?
Elektrik, su tasarrufu önlemlerini saymayacağım bile, onlar artık bebeklerin bile bildiği konular.
Ya da… Diyelim ki haftanın bir günü otomobilinizi kullanmıyorsunuz. Bir tek siz… Ne olur ki? Ama 100 milyon kişi bunu yaparsa atmosfere salınan karbondioksit oranının ibresi kendi kendine bir kımıldanır.
Gezegen büyük mü geldi? Mahalleye gelelim.
Milas Ören’deki yazlığımızda karşı komşu kuşlara bir su havuzu yapmış. Baktıkça kalbim ısınıyor. Her türden kuş o havuzun misafiri, yıkanıyorlar, içiyorlar, coşuyorlar.
Mahallede kalalım.
Çamların altında hiçbir şey yetişmiyordu ama ayrık otu şahane oluyor. Daha az su istiyor, hızlı büyüyor, daha az biçiliyor. Her yeri de kaplıyor. Bayılıyorum ayrık hareketinin bir parçası olmaya.
Çim düşmanlığımı yazılarımı takip edenler bilir.
Ayrık otuyum galiba ben. Bu küçücük şeyleri görmek, hissetmek ve hayata geçirmek büyük değişimler yaratır diye umut ediyorum. Belki biz yapamayız ama çocuklarımız öğrenir, daha büyük adımlar atarlar, değiştirirler.
Ayrık otları büyür. Pahalı çimlerimizin içindeki “pis” ayrık otlarını ayıklamak için harcadığımız zamanı daha üretken şeyler için harcarız.
Madem bu kadar çok seviyorum ayrıkları, ayrıksıları… Edip Cansever’den bir şiirle bitsin bu yazı da o zaman:
“Biz aykırıya, ayrıntıya, ayrıksıya, azınlığa tutkunuz!..” - Edip Cansever
Okur bu yazıyı okuduktan sonra belki Bülent Ortaçgil’den şu şarkıyı da dinler, sözcükler yerine müziğin yardımı ile bir şeyler oturmuş olur...
“Hep küçük şeyler, bizi usandıran
Küçük şeyler, bizi utandıran
Hep küçük şeyler küçük şeyler bizi yarıştıran
Küçük şeyler bizi uzlaştıran
Küçük şeyler hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren.”