21 Kasım 2024 Perşembe
Setenay ÖZBEK
Setenay ÖZBEK
Günlerin Getirdiği
13.06.2021 16:08

ÖFKE

ÖFKE

“Sümer tanrıçası İnanna,

Sami’lerde aşk, doğurganlık, bereket tanrıçası.

 Ay tanrısı Sin’in kızı, güneş tanrısı Şamaş’ın ikizi,

cehennem tanrıçası Ereşkigal’in kardeşi,

Astarte, göğün kraliçesi, en  parlak yıldız…

Aşıkların ve savaşçıların koruyucusudur o.”

s.ö

İştar’a

 

Bir gün, sen ya da ben…

İkimizden biri diğerini terk edip gidecek ya, daha gitmeden.

Hayatıma anlam katmak, affetmek, affedilmek, belki de tümüyle terk etmek, edilmek için uğraşıp duruyorum. Küçük oyunlar, büyük oyalanmalar yaratıyorum kendime.

Sanki, bambaşka bir yerde, bulunduğum noktadan biraz uzakta, biraz daha yüksekte durup, aşağıdaki kendimi, içimi dışımı saran okyanustaki çırpınışlarımı, uzaklarda, yerle göğün birleştiği noktada, bir kara parçası görebilmek için ümitsizce çevreme bakışımı izliyorum.

Sanırım, senden git gide ve yavaşça uzaklaşıyorum, kendime bile sezdirmeden. Ardımdan ufka doğru, hızla esen kızıl rüzgarlar, beni daha derin, açık sulara pervasızca atıyor. Ama, içinde kurtarılmayı bekleyen birinden gönderilmiş bir pusulayı taşıyan, bir cam şişe gibi suyun üstünde hiç batmadan yüzüyorum.

Yukarıda, hep yukarıda…

Gökyüzündeki güneş ve ay gibi ikimize de ait olan dünyamıza ışığı yansıtırken birbirimizi izliyoruz. Henüz ne sensiz, ne de bensiz olamıyor, bu garip dünya.

Seni seyrediyorum.

Kendimi aynamda görüyorum. Yakalandığım şey, öteki yüzüm…

Düşler sokağında ikimize uydurduğun yalanları dinliyorum. Kendi yalanlarımı saklıyorum. Söylediklerime o an, sadece söylerken inanıyorum. Sen de inanıyorsun kendi dediklerine, dediklerime.

Birdenbire daha çok susuyoruz. Suskunluklar öfkenin uyku zamanlarıdır. Fırtına çıkacak ya, ondan…

Sessiz kalışlarında, suskunluğunda sana daha çok öfke duyuyorum, doğurur gibi sancılı. Gitgide artıp, sıklaşan… Belki de biraz da şiddet ve vahşet diye tanımlanabilir hissettiklerim… Seni parçalayabilirim. Tırnaklarımla kanatabilirim her yanını, izlerimi bırakırım, baktıkça göresin, hiç unutamayasın diye. Her yaralı hayvanın, içgüdüsel olarak yaptığı gibi, kükreyerek seni ısırabilirim, dişlerimi o hırsla geçiririm tenine.

Küçük tuzaklar, büyük tuzaklar hazırlayabilirim sana, avcılar gibi. Ya da her balıkçı gibi olta atarım, düşler denizine… Sen de, yutarsın zokayı bir gün elbet. Yaralı bir balık olursun oltamın ucunda. Hainlik olsun diye, zevkle inletebilirim seni, öldürmeden… İbret olsun diye parmağımın ucuyla gösterebilirim herkese.

Ve sen, yine de gülersin delice. Başını arkaya atar kahkahalarla gülersin halime. Beni eskiden olduğu gibi kışkırtıp, söylediklerimi hafife alırsın. Şakalar yaparsın, ben somurturum, sonra dayanamam gülerim.

Parlak bir yıldız hızla kayar gökyüzünden, yine birlikte bir dilek tutarız. Başlarım şarkıların en kıvrak olanlarını söylemeye ve dans ederim, bir Kızılderili savaşçı gibi çılgın, vahşi ve büyüleyici.

Sonra, tekrar kapanırız birbirimize. Savruluruz pişmanlıklarla. İçimizdeki saf, katışıksız, derin karanlığa gömülürüz. Yine de geçinip gideriz olanı biteni an’da unutarak.

Böyle işte bir hayat.

Bir dargın, bir barışık ve tutkun…

Son Haberler

©2016 - BHM | BODRUM HABER MERKEZİ info@bodrumhabermerkezi.com