ZOR ZAMANLAR
Coronavirüs pandemisi genel anlamda insan davranışlarında ve ruhunda geri dönüşümsüz travmalar ve buna bağlı olarak toplumda yeni yaşam şekilleri oluşturdu. Psikiyatrik anlamda farkında olmadığımız ruh hallerinin açığa çıkmasına, farkında olduklarımızın ise daha da şiddetlenmesine yol açtı. Gerek ekonomik sıkıntılar, gerekse de sosyal anlamda yaşanan kısıtlamalar zaten sıkıntılı günler yaşayan insanlarda şiddet eğilimlerine, cinnet ile sonuçlanan duygusal patlamalara ve intihar ile sonuçlanan trajik sonlara neden oldu ve ne yazık ki olmaya da devam etmektedir.
Evlere kapanmak zorunda kalan belli bir yaşın altındaki ve üstündeki kesim, her türlü sağlık riskine rağmen üretmeye ve hizmete devam etmek zorunda olan çalışanlar ve gecesini gündüzüne katarak hastalara hizmet veren sağlık personeli başta olmak üzere toplumun tüm katmanları pandeminin yol açtığı zorluklardan payına düşeni almakta ve yıpranmaktadır. Bu salgın bir şekilde sonlanacaktır ama toplumda yarattığı travmaların izi daha uzun yıllar tamir edilecek gibi durmuyor. Basit bir örnek verecek olursak, ben pandemi bitimi sonrası daha bir süre toplumun önemli bir yüzdesinin maske takmaya devam edeceğini, cebinde dezenfektanlarla gezeceğini, insanlara sokulmaktan, tokalaşmaktan çekineceğinin düşünenlerdenim.
Coronavirüs’ün bir karabasan gibi insanlığın üzerine çökmeye başladığı 2019 yılı sonlarından bugüne kadar edebiyat dünyasında salgının yansımaları yavaş yavaş hissedilmeye başladı. Karantinalardan fırsat buldukça gidebildiğim kitapevlerinin standlarında tek tük de olsa salgın temalı kitaplar görmeye başlamıştım. İşte Oya Baydar’ın “ 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri” böyle bir gezinti sırasında gözüme çarptı. Geçmiş dönemde yayınlanan tüm kitaplarını okuyan bir Oya Baydar okuru olarak hemen alıp okuma sırasına almam kaçınılmazdı; öyle de yaptım.
Kitap Oya Baydar’ın günlüklerinden oluşuyor. Pandemi ile ilgili yasakların açıklanmaya başlanması üzerine en azından kapının önüne çıkarız, balkonumuzda oturur dört duvar arasına sıkışmayız beklentisiyle yazlık diye tabir edilen ve sadece tatillerde gidilen evlere bir hücum başladı. Marmara Adası’nda yazlığı olan Oya Baydar da dahil, durumu müsait olan ve çalışmak zorunda olmayanlar için herşey kolaydı tabii ki ama bu işin de bazı zorlukları da vardı. Günlükler işte bu zorluklarla başlıyor.
Yazar, asıl oturduğu yer olan İstanbul’a yakın olması itibariyle hemen kendilerini attıkları Marmara Adası’ndaki evlerine gidiş ve bu “yeni normal”e alışma aşamasından sonra günlük tutmaya başlıyor.
İlk başlarda yaşadıkları zorluklar elbetteki sadece yazları gitmek üzere dizayn edilmiş bu evdeki ısınma problemleri ve Mayıs ayına kadar süren ilk hava değişimi hastalıklarıyla mücadele ile geçiyor. Covid_19’a bağlı hastalığın daha yeni yeni görülmesi, virüsün yol açtığı ve açması muhtemel tahribatların henüz çok iyi bilinmemesi, hastalık teşhisi konulan vakaların farklı bulgular vermesi nedeniyle, hemen hemen toplumun tüm kesimlerinin de yaşadığı gibi, vücutta normalin dışında ne olursa olsun “eyvah, covid oldum!” tedirginlikleri başlıyor. İlk zamanlarda oluşan halsizlikler, ateş yükselmeleri, bulantılar, kusmalar, hep “ben kesin bu Covid’i geçirdim” düşüncelerine yol açıyor. Yani kısacası ilk günler, travmaları başlatan şaşkınlıklar ile geçiyor.
Havaların ısınması, vaka sayılarının görece azalması ve bu “yeni normal”e alışma aşamalarından sonra günlük konuları da değişmeye başlıyor. Ana tema elbette Covid_19 ve yaşanan zorluklar ama asıl mücadele yazarın ve hayat arkadaşının sürmekte oldukları 80’li yaşlar…
Bütün ömrü özgürlük ve demokrasi mücadelesi ile geçmiş, bu uğurda bedel ödemiş, yaşamının belli bir dönemini ülke dışında sürgün olarak geçirmiş yazarın günlüklerinde geriye dönüşlü olarak bu yaşanmışlıkların da yazılmaması düşünülemezdi fakat özellikle küresel anlamda yaşanan ve insanlığın geleceğini tehdit eden pandemi günlerinde daha önce yayınlanan, “Köpekli Çocuklar Gecesi” adlı kitabına da bol bol atıfta bulunarak gezegenimizin geleceğine dair tespit ve çekincelerini de günlüklerin ana izleklerinden biri olarak görüyoruz.
Yazılan metinler günlük olunca ülke meseleleri, o günlerin siyasi ortamı, toplumsal sıkıntılar yer yer geçmişten örnekler de vererek kitaba girmiş. Kendine özgü bir hayat görüşü olan yazarın 2010 referandumunda “yetmez ama evet” cephesinde olması, bununla ilgili yaşadığı pişmanlık, kendisine göre o dönemin şartlarında bu tercihi yapmış olmasının gerekçeleri, bugün olsa öyle bir tercihte bulunmayacağının ve “kandırıldıklarının” itirafı da uzun uzun anlatılmış. Kürt ve Ermeni meseleleri, Cumartesi Anneleri, Irak ve Suriye’deki savaş gibi konularda siyasi çizgisine paralel görüşlerini de yazmış. Bu görüşlere katılıp katılmamak okurun kendi bileceği iştir. Çeşitli internet sitelerinde görüşleri nedeniyle linç edildiğini, vatan hainliği ile itham edildiğini, sadece HDP’yi haklı görüp iktidar ve ana muhalefet partisini eleştirdiğini hatta bazen eleştiri sınırlarını da aştığını yazan “bilir-bilmez” bir sürü insanın görüş belirttiğini gördüm. Yazarın yazdıkları elbette ki kendisini bağlar. Hepsine ben de katılmıyorum ama bu düşünceleri taşıdığı için de kimseyi eleştiremem, suçlayıp yargılayamam. Ortada bir suç unsuru varsa zaten bu ülkede adli kanallar var, gereği neyse yapar. Bunun dışında kimsenin kimseyi yargılama hakkı yoktur.
Oya Baydar okumalarıma “Sıcak Külleri Kaldı” adlı kitabıyla başlamış sonra yayınlandıkça diğerlerini de alıp okumuştum. İlk okuduğum kitabın günlerce etkisinden çıkamamıştım. Tüm romanlarını severek okuduğum Oya Baydar’ın “Çöplüğün Generali” ve “Köpekli Çocuklar Gecesi” adlı diğer iki kitabı da okunmasını özellikle tavsiye ettiklerimin başında geliyor.
Kitabın ama teması olan 80’li yaşlar günlüklerin başından son cümleye kadar hep karşımıza çıkıyor. “Yaşlı” diye tabir ettiğimiz, ortalama insan ömrünün biraz üzerinde bir zaman yaşama şansını yakalamış kesimde kadın olsun erkek olsun konuşma konuları hep döner dolaşır bu yaş meselesine gelir. Aynı yaşlarda olan annem ve babam ile de biraraya gelişlerimizde ya da telefon konuşmalarında nasıl olduklarını sorduğumda genel anlamda aldığım cevaplar, “bu günümüze şükür” ya da “şimdilik ayaktayız”, “kendi kendimize yetiyoruz” gibi teselli eden, karşısındaki üzmeyip rahatlatma amacını güden şekilde olmaktadır. Oya Baydar’ın satırlarında da çok sık olarak bu tip yakınmalar, hayıflanmalar var. Bunu kitaba bir eleştiri olarak buraya yazmadım. Kitap sonuçta bir günlük ama yazarı çok iyi tanımayanlar için kitabı ilk okumalarında bir sıkılma oluşturacaktır.
Kitapta zaman zaman pandemi koşullarının gevşemesi ile dostlarıyla bir araya geldiklerinde yaptıkları sohbetlere de yer verilmiş. Bu sohbetlerin yönü de zaman zaman edebi tartışmalara, geçmişe özlem ve yaşanmışlıkların konuşulmasına kayıyor. Uzun ve sıkıcı gecelerde okuduğu kitaplardan bahsediyor. Okuma listesinden bir iki kitap da ben not aldım. Örneğin iyi bir kitap okuru olmama rağmen henüz okumadığımı farkettiğim, Charles Dickens’in David Copperfield adlı romanını hemen sipariş vererek okuma sırasına aldım. Böyle entelektüel birikimi olan bir romancının önerileri elbette ki beni mutlu etti.
Günlüklerin devamı gelecek mi, bilemem ama pandeminin getirdiği tedüzelik ve yaşanan her günün neredeyse yaşanmış diğer günlerin aynısı olan mevcut iklimde lafı da fazla uzatmanın bir anlamı olmadığını düşünüyorum. Zaten kitabın sonlarına doğru okuyan kadar yazanın da sıkıldığını hissediyorsunuz. Elbette bunu hisseden yazar kitabını 2020 sonu itibarı ile kesmiş. Bundan sonrası için yazarın elinde olan taslağı hazır fakat yazım aşamasında olduğunu belirttiği başka bir kitabına yoğunlaşacağını sanıyorum. Yazmak eylemi üzerine bir konu işleyen Oya Baydar’ın sadık bir okuru olarak bu kitabını da dört gözle bekliyorum.
Kitabın sonunda belirttiği gibi; bundan sonraki günlükler 90’lı yaşların yaşanmışlıkları olacaktır; sağlığı ve nefesi izin verirse eğer…