“Sevgili üçüncü torunum Efe’ye armağan ediyorum” diye ithaf edilen bir direniş, bir varoluş savaşı verenlerin muhteşem ve meşakkatli hikayesini, olayın kahramanlarının güncelerinden, anılarından aktardığı kitabını okuyoruz, yazar, gazeteci büyüğümüz Yaşar Aksoy’un… Üsteğmen Zekai Kaur’un hatıratı “Efeler İsyanı-Kuvayı Milliye Direnişi” adlı kitap Yaşar Aksoy büyüğümüzün “100. Yılında Ulusal Direnişin Bilinmeyen Tarihi” serisinin 4. Kitabı olarak yayınlandı, Yaşar Abimiz lütfedip imzalayıp kitabını iletince hemen okumaya başladım. Evvelemirde kendisini, “yed-i emin” tayini ile mezkûr hatıratlarını teslim ederek, böylesine değerli eserlerin neşredilmesine vesile olduğu için canı yürekten kutlar ve devamını beklediğimi de ilaveten belirtmeliyim. Kitap; Osmanlı’nın mağlup olması ile tezahür eden işgal programı çerçevesinde “aziz vatanın bütün kalelerinin işgal marifeti ile zaptedilmiş” durumda oluşuna, yerel milis ve gerilla kuvvetleri ile mukavemetinin göğüs kabartıcı lakin hazin hikayesini konu edinmektedir. Bu direniş; aynı zamanda işgal kuvvetlerinin her istediğini harfiyen ve zamanında yerine getirerek pozisyonlarını korumayı hedefleyen İstanbul Hükümeti ve Padişah ve de iktidarı elinde tutan Hürriyet ve İtilaf Partisinin ve onların yerel uzantıları ağalar ve eşraf taifesine de karşı duruştur. Defaatle millet nezdinde yapılan “biz hükümetten, Padişah efendimizden daha iyi mi bileceğiz” kara propagandaya rağmen karşı duruş sergileyen tüm yiğit atalarımıza bu tarihten bir kez daha saygı, minnet ve şükranlarımızı sunmalıyız.
Kitap; Üsteğmen Zekai Kaur’un hatıratının tekmili birden ve tamamen kendisi tarafından daktilo edilmiş yaşanmışlıklarını anlatmak üzerine kurgulanmış ise de ilerleyen bölümlerde bu kurtuluşun diğer unsurları olan “gerilla kuvveti sayılan efelerin” mücadele ve sonraki hayatlarını da konu almaktadır. Muhteşem anılar ve tarifler ile az bilinen belki de hiç bilinmeyen bir dolu konuyu kapsayan kitap, resmen ve alenen ansiklopedi tarzında kitaplığımızda yer alacaktır. Ben çok bilgilendim, gururlandım ve keyf aldım eminim ki her okuyan da benzer duyguları hissedecektir. Bir yanıyla; “efeliğin” tarihsel, kültürel, sosyolojik, antropolojik hatta etimolojik yanını öğrenirken, diğer yanıyla, 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve eski başbakanlardan Adnan Menderes’in tanışmalarına, merkezi hükümet ve irade-i seniye tarafından “çete” nitelemesi ile yaftalanmasına kadar muhteşem anılar… Bu eserin bizlere ulaşmasına vesile olduğun için tekrardan çok teşekkürler, Yaşar abi…
Yaşar Abi; Önsöz’de, Alev Çoşkun kaleminden “Kuvayı Milliye, Kurtuluş Savaşı’nı yürüten ulusal direniş kuvvetlerinin adıdır. Kurtuluş Savaşı’nda düzenli ordular kurulmadan önce düşmana karşı çetecilik kuralları içinde mücadele veren direniş kuvvetlerini simgeler” alıntısı yaparak, benzer tanımlamalarının Sabahattin Selek, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk, Sina Akşin, Uğur Mumcu, Ergun Aybars gibi araştırmacılarda da görüldüğünden bahisle, kendisi de “Kuvayı Milliye, Milli Kurtuluşun kıvılcımıdır. Milli Kurtuluşu yangın kıvamında bir vatan ve özgürlük ihtilali olarak algılar isek, işte o oluşumun kıvılcımı Kuvayı Milliyedir” demektedir.
Zekai Kaur’un kimliği ile ilgili kısa özette ise; 1896 Girit doğumlu, Harp Okulu son sınıfında iken de katıldığı Balkan Savaşları, okulu bitirince de rütbeli olarak Hicaz savunmasında bulunduğundan bahisle, işgal günlerinde ise İzmir Sarı Kışlada görev yapmakta iken, isyanın ve direnişin bayrağı olarak Batı Anadolu direniş kuvvetlerinin örgütlenmesinde ve yönetilmesinde yürüttüğü roller verilmektedir. İzmir’in kurtuluşunda da iki koldan gelen kuvvetlerin Karşıyaka’ya giren subayı olarak öne çıkmaktadır.
Kuvayı Milliye’nin Batı Anadolu’daki adı sayılan “Efeler” için Zekai Kaur; “Efe ve zeybek birer Türk şövalyesidir. Tarihleri çok gerilere kadar dayanır. Belki de Aydın’ın ilk defa Türkler tarafından zaptı tarihine kadar dayanır. Zira Efes’te ce daha bazı harabe taşlarında görülen ve kahramanları temsil eden kabartmalarda bu kıyafet görülür. Belki de Romalılar zamanında da vardılar” değerlendirmesi yapmaktadır. Zeybeklerin giyim kuşamı ve bunların temini konusunda gözlem ve aktarmalar da yapılmaktadır. Esasen de Osmanlı’nın köhnemiş hatta çökmüş merkezi otoritesine ve bağlı olarak da yerelde yarattığı baskı ve zulüm mekanizmasına itirazın dağa çıkmış hali olarak tezahürüne açıktan değinilmektedir. Osmanlı’nın “çete” mütalaası ile dağa çıkmasına neden olunmuş bu direniş unsurlarının nasıl Millî Mücadelenin lokomotifi olduğu, nasıl ön saflarda kurtuluş meşalesi ile aydınlığı, gümüş kakmalı filintaları ile de kurtuluşu müjdelediklerini bu anıların her satırında hissetmektedir insan…
Hatıratın sahibi Zekai Kaur’un müthiş tespit ve değerlendirmeleri de vardır, her satırda, nasip almak isteyenlere lakin keşke Yunan kazansa idi fikriyatının en hakiki ahfatları için var mıdır bu nasip, bilemem… İstanbul Hükümetinin yerel temsilcisinin; “Oralarda asayiş temin ederseniz, gerek hırıstiyan ahaliye ve gerekse Yunan ordusuna karşı adalet ve medeniyetimizi ispat etmiş oluruz” şeklindeki telgrafına, yerel kuvvetlerin komutanın; “Çetelerden bahsederken eşkıya kelimesini kullanıyorsunuz. Bunlar eşkıya değildir. Yunan zulmüne karşı ayaklanmış birer milliyetçidir. Fikriniz ona göre düzeltmeniz lazım.” İtiraz eden cevabi telgrafı üstüne muhteşem bir değerlendirme yapar. “Köyleri yakıp kül eden bir düşman için Türk Mutasarrıfı, Türk milletinin bu manzaralar karşısında medeni olduğunu göstermesini istiyordu. Bu uğurda ölümü göze alarak silahını kapıp düşmana karşı çıkan kimseleri de “eşkiya1 diye isimlendirmekten çekinmiyordu. İzmir’e çıktığı günden beri Türklere karşı yapmadığı fenalık bırakmayan Yunan Ordusu ise askeri elbise giydiği için eşkiya sayılmıyordu.”
Evet; Celal Bayar, Adnan Menderes, Benito Mussolini değerlendirme ve anıları başta olmak üzere birkaç konuya değinemedim lakin bunları da bir sonraki yazımın konusu olmak kaydıyla, bir kenara koyuyorum. Evet, tekrar teşekkür ediyoruz Yaşar Aksoy’a, bilgilenmek, öğrenmek ve gelişmek isteyene şiddetle önerilir.