Kuyruğa girmeyi seven var mıdır acaba? Ben hiç sevmem. 1970’lerin sonundaki çocukluğumda hayatımızın rutininde kuyruklar vardı. Dedem bizi yollardı, gider kuyrukta beklerdik. Çok uzun sürerdi. Kuyruğun sonunda payımıza düşen yağı alırdık. Bir kere şeker almıştım. O da dönerken patlamıştı. Ağlaya zırlaya eve koştuğumu anımsıyorum.
Taksim-Kadıköy arası dolmuş kuyruklarında bekledim çok.
Herkes gibi banka kuyruklarında…
Telaşe biriyim herhalde hep sinir bastı beni.
Kuyruk demek biraz da isyan demek benim için.
Devlet bankalarının önünde kuyrukta bekleyen yaşlılara isyan ettim hep.
Sıcakta, soğukta, birbirine dayanarak ve destek olarak orada duran yorgun insanlara. Hayat boyu çalışıp, zaman içinde kendi ödedikleri para için kuyruğa girmek zorunda kalan.
Kuyrukta bekleyenleri hiçe sayan imtiyaz sahiplerine isyan ettim. Havalı havalı basıp giden, kuyruk kardeşliğini hiçe sayan, ucuz ve bana göre onursuz davrananları.
Uzun kuyruk sıralarında -örneğin bir ödeme yapmak için- bekleyip sıra tam bana geldiğinde kapanan bankoların önünde isyan ettim.
Kuyruklarda bekleyen insanların bu zorunlu bekleyişinden nemalanmak isteyen, bir yudum suyu üç katı fiyata satmaya çalışan sırtlanlara isyan ettim.
Fakat nasıl bir kuyruk acım varmış benim de yahu! Kendim bile şaşırdım.
İki senedir Bodrum’dayım, iki kez aşı bir de noter kuyruğuna girdim. Genellikle evden çıkmadığım için uzun trafik kuyruklarının çilesini çok çektim diyemem. Ha bir de kasa kuyrukları var alışveriş sonrası.
Şimdi yazarken anımsadım bir iki kez de aldığım her şeyi bırakmışlığım var.
İstanbul’dayım üç dört gündür, bu yazıyı dönüş yolunda yazıyorum.
30 yıla yakın evim olan bu şehir, meğer bir kuyruklar şehriymiş. Uydurduğumuz veya mecbur kaldığımız nedenlerle bu kuyruklar şehrinde yaşamaya alışmışız.
Bir keresinde eve dönebilmek için üç saat kuyrukta beklediğimi anımsıyorum. Arabamız gidemiyordu. Gidemeyeceğini biliyorduk. Hepi topu eve gidiyorduk.
Tatil dönüşü şehre girebilmek için, yağmurlu bir günde taksi bulabilmek için.
Şehirden kaçabilmek için bile kuyruğa girdik.
O kuyruklar bizi sabırsız, güvensiz, yorgun ve mutsuz yaptı. (Birçoğumuzu diyelim, mutlu olanların hatırı kalmasın)
Bodrum’da birikiyor şimdi o kuyruklar.
‘Ege’ye kaçalım’ diyoruz, bu sefer de aynı yere kaçıyor orada kuyruğa giriyoruz.
Ya da aradığımızı bulamıyor, kuyruğumuzu kısıp dönüyoruz.
Bir dakika bu kuyruk o kuyruk değildi aslında! Tilkilerin kuyrukları birbirine karıştı.
Sevgili İstanbul,
8500 yılı aşkın tarihinin içinde önemsiz bir noktaydım ve seni uzaktan görünce aklıma gelen şey ne yazık ki ‘kuyruklu hayat’ diye bir yazı yazmak oldu.
Özür dilerim.
Kuyruğu dik tutar, yürür giderim.
Hoşça kal!