BİR BODRUM MASALI
“Nasıl sevmem bu kenti? Bu maviden yeşile güneşe boyanmış doğa, insanı küçümsemeden nerde böyle kuşatır dört yanı?”
Bodrum kentinin tarifidir romanın giriş cümlesi. Hatta tüm yarımadanın.
Vedat Türkali’nin ikinci romanı “Mavi Karanlık” diğer çok güçlü romanlarına nazaran daha az bilinir.
Bir Bodrum masalı tadındadır…
Tutkulu bir aşk romanı olarak da okuyabilirsiniz, tarihin ve doğanın iç içe geçtiği bir coğrafyada geçen bir dönem romanı olarak da…
Mavi Karanlık, 70’li yılların sonuna doğru ülke rejimini faşist 12 Eylül darbesine götüren korku dolu günlerde geçer. Ankara ve İstanbul başta olmak üzere ülkenin büyük kentlerinde sağ ve sol görüşten insanlar öldürülmekte, siyasetçiler, gazeteciler, öğretim üyeleri gibi aydınlar suikastlara kurban gitmektedir. Toplumda yaşanan bölünmüşlük, siyasi istikrarsızlık ve her geçen gün daha da kötüye giden ekonomik durum, adı konmamış bir “iç savaş” ortamı oluşturmuş ve belli bir kesimin büyük kentlerden kaçışını başlatmıştır.
İşte bu romanda Bodrum kenti, canını kurtarmak için en azından belli bir süreliğine de olsa her sınıftan aydının toplandığı bir sığınak durumuna gelmiştir.
Emekli olmaya hazırlanan Avukat Muhtar yeni yaptırdığı ama bitmesi geciken teknesinde yaşamını sürdürme hayalleri kurarken, sürekli ölüm tehditleri alan bilim adamı sevgilisi Korhan’ı da alıp Bodrum’a sığınan kızı Nergiz’in eski sevgilisi Özgür ile karşılaştığı günlerde başlıyor roman. Gelişmeler Avukat Muhtar ve psikolog olan Nergiz üzerinden yürüyor. Roman ilerledikçe konunun içine yerli halktan karakterler, turizm yatırımları yapmaya hazırlanan mafyatik insanlar, tarihi eser kaçakçılığı yapan sosyete görünümlü burjuvalar, eski solcular, burjuva kapitalistler, ajan mı polis mi olduğu şüpheli karanlık tipler, polisten kaçıp saklanan ve halkın anarşist olarak şüphelendiği, Nergiz’in eski sınıf arkadaşı olan bir genç kız, ne idiği belirsiz esrarkeş turistler, sürekli haber getiren yerel bir gazeteci giriyor. Vedat Türkali bu insanların arasındaki sahte ilişkileri, kişisel çatışmaları, ticari ya da gizli ortaklıkları, aşk ilişkilerini rakı masalarında, tekne gezilerinde, meyhanelerde ya da evlerde yapılan partilerde birer film karesi gibi anlatırken arka planda da iç savaşa doğru giden bir ülkenin panoramasını çizmektedir.
“Kaçakların kenti burası” diyor kitabın bir yerinde. Hatta ülkedeki çatışmalar henüz o bölgede pek hissedilmemekle beraber; “Şimdilik tufandan kaçanların sığındığı tekne burası” diyor. Bu iki cümle romanın da ana fikrini oluşturuyor.
Hikâyenin geçtiği dönem Bodrum’un nispeten bakir, yani henüz “işgal edilmemiş” zamanlarıdır. Yazar kahramanlarını Bodrum’un daha o dönem henüz bozulmamış güzelliği ile beraber, yakın köylerde, mahallelerde, akvaryum kadar güzel koylarda gezdiriyor. Romanın sayfalarında sürekli o maviliği, tertemiz deniz havasını, pırıl pırıl sahilleri, bol miktarda tutulan balıkları, ahtapotları anlatıyor. Gümüşlük’ün, Yalıkavak’ın, Gündoğan’ın gerçekten köy olduğu; şehirleşmemiş, betonlaşmamış halini…
Romanı okuyanlar az önce kullandığım “işgal” kelimesini Bodrum’un bugünkü haline de bakarak niye kullandığımı anlayacaktır.
Kitabın ismindeki “Mavi” Bodrum’u, Bodrum’un dinginliğini, Ege Denizi’nin güzelliğini; “Karanlık” ise kargaşa ortamından kaçıp bu güzelliğe sığınmalarına rağmen bahsi geçen “Aydın” kesimin yaşadıkları korkuları temsil etmektedir. Hatta romanın bazı bölümlerinde, çevrede gördükleri yabancı yüzler nedeniyle “Buraya kadar geldiler”, “Buralar da karışmaya başladı” gibi korkular yaşadıkları için biraz daha az göz önünde olan Datça’ya gitme alternatiflerini de düşünmeden edemezler. Bodrum o yıllarda o kadar küçüktür ki, gidilen her mekânda tanıdık birilerine rastlamak mümkün, şehre yeni gelen bir yüzün gözden kaçması imkânsız gibidir.
İki kişi bir araya geldiği zaman içki şişeleri açılır, sofralar kurulur. Yaşanılan korku, sıkıntı ve bunalımlar nedeniyle, görece huzurlu bir iklimde olmalarına rağmen bu zorunlu konuklar çareyi içmekte aramaktadır. Kurulan sofralarda tek konu anarşi, ülkenin dörtnala gittiği trajik son ve belki de gelmesi umutla beklenen devrim hayalleridir. Klasik bir deyimle içki masalarında ülke kurtarılmaktadır.
Vedat Türkali diğer romanlarında da olduğu gibi Mavi Karanlık’ta da kahramanlarını gerek karşılıklı diyalog şeklinde konuşturur gerekse de kahramanın kafasının içindekileri ve tüm düşüncelerini olduğu gibi ve bilinç akışı yöntemini kullanarak anlattırır. Argoyu da güzel kullanır, küfrü de. Yerel halkın şivesini olduğu gibi yazar. Örneğin romanda İbraam adlı bir karakter vardır. Ona herkes gibi İstanbul’dan gelenler de hep İbraam derler. Anlatım tarzı ve güçlü betimlemeleri nedeniyle okurken bir film izliyor hissine kapılırsınız.
Bir dönem dizi olarak çok ilgi gören TV dizisi “Fatmagül’ün Suçu Ne” bir Vedat Türkali senaryosudur. Aktif sinemacılık döneminde ilgiyle izlenen birçok filmin senaryosunu yazmıştır. Bu dönemle ilgili yazdığı “Yeşilçam Dedikleri Türkiye” adlı muhteşem romanında bu defa arka planda 70’li yılların karmaşık siyasi iklimini anlatırken, ön planda Türk sinemasının sancılı, bunalımlı yıllarını, seks filmleri furyasını anlatmış o dönemde bir ekol olan Adana Sinemasına da değinmiştir. Aslında bir senarist olduğu için bu güçlü yanı sayesinde “Sinematografik” olarak nitelendirilebilecek romanlar yazmıştır. Romanların ilk cümlesinden bitiş cümlesine kadar bu özellik hep hissedilir.
Ayrıca; 1940’lı yılların Türkiye’sinde geçen, arka planında II. Dünya Savaşı’nın olduğu ve ülkedeki komünist avının anlatıldığı iki ciltlik uzun romanı “Güven”, Orhan Kemal Roman Ödülü’ne değer görülen ve 27 Mayıs’a giden yolda ülkedeki iklimi anlattığı ve tanınmasına yol açan ilk romanı “Bir Gün Tek Başına” ve yukarıda bahsettiğim “Yeşilçam Dedikleri Türkiye” de yazarın tıpkı “Mavi Karanlık” gibi birer dönem romanıdır.
Oğulları, işlediği siyasi bir cinayet nedeniyle ölüme mahkûm olan ve infazını bekleyen bir anne ve babayı anlattığı romanı “Tek Kişilik Ölüm” çarpıcı finaliyle çok dikkat çeken bir romanıdır. Kırklı yıllarda Komünist olmuş bir aydının kırk yıl sonraki devrimciler kuşağına bakışını anlatırken Türkiye Komünist Partisi’nin ülkedeki var olma kavgasını anlatır. Çok fazla belge ve bilgi içerdiği için Vedat Türkali bu romanı için “Bol belgesel kullanılmış bir film senaryosu” tanımını da kullanmıştır.
Yazarı daha iyi tanıyabilmek için Vedat Türkali’nin siyasi profilini ve hayat görüşünü de bilmek gerekir. Ölümünden bir süre önce yayınladığı “Komünist” adlı kitabı isminden de anlaşılacağı gibi tüm ömrünü sol mücadeleye vermiş ve bu uğurda bedeller ödemiş olan yazarın hayatını anlattığı otobiyografik eseridir. Bu kitabın okunması romanlarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. “Güven” romanındaki Turgut karakterinin aslında kendisi olduğunu ve o romanda otobiyografik özellikler olduğu söylenir. Yıllar önce İstiklal Caddesi’ndeki bir imza gününde yazara sorduğumda gülümseyip, “Sizden de bir şey kaçmıyor,” der gibi gözlerime bakmıştı. Çok yaşlıydı. Hatta elleri titrediği için imza atamıyor yerine yardımcıları imza kaşesini basıyorlardı. Belki de hatırlama zorluğu çekmişti, kim bilir…
Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Hasan İzzettin Dinamo gibi köy çıkışlı, sol hayat görüşüne sahip, toplumcu-halkçı yazarların aksine köyü, köylüyü anlatmak yerine şehirli bir edebiyatı tercih etmiş, kahramanlarını üniversitelerden, sendikalardan, sanatçılardan, sinemacılardan, sol aydınlardan seçmiştir. Kendisinin de içinde olduğu entelektüel kesimin iç dünyalarını, birbirleri arasındaki çatışmalarını, kavgalarını, ilişkilerini anlatmış, Türk solunun önemli isimleri, Mihri Belli, Doktor Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı gibi eski tüfekleri isimlerini değiştirmeden romanlarında kullanmıştır. Son dönem eserlerinde Kürt ve Ermeni sorunlarına değinmiş, çeşitli ortamlarda yaptığı konuşmalarında ülkemizin bu sancılı konularına kayıtsız olmadığını sorumlu bir aydın profiliyle göstermiştir...
Romanlarında kullandığı en önemli mekân aslında İstanbul’dur. Bodrum’da geçen bir roman olduğu halde Mavi Karanlık’ta da İstanbul’dan kopamamıştır. Konunun bir ayağı hep İstanbul’a kaymıştır.
“Bekle Bizi İstanbul” gibi bir şiir yazmıştır ama kendisi şair olduğunu kabul etmez. Hep romancı-senarist kimliğiyle bilinsin ister ama bu şiir benim okuduğum en güzel şiirlerden biridir ve dünyanın en güzel şehrini anlatmaktadır. “Bekle Bizi İstanbul” şiiri aslında “Bir Gün Tek Başına” romanının ana fikridir. “Güven” romanının ikinci cildine başlarken iki paragraflık bir İstanbul tanımı yapar ki az önce bahsettiğim şiiri kadar güzeldir.
Bazı romanlarında ismini değiştirerek canlı kahramanlar da kullanır. “Yeşilçam Dedikleri Türkiye”de adı geçen Şahin Doğu aslında Yılmaz Güney’dir. “Mavi Karanlık” romanında kısaca da olsa “Halikarnas Zerzevatçısı” diye bir şairden bahseder. Ayrıca; “Balıkçı usta hükümet zoruyla gelmişti.” diye bir cümle geçer. Bu satırlarda Bodrum’a kürek mahkûmu olarak gelen Cevat Şakir’in mahkûmiyetinin sonrasında da Bodrum’dan ayrılamayışına değinmiştir. “Güven” romanında Turgut’un polisten kaçarken Karaköy civarında evine sığındığı “Ermeni terzi kız” da yüksek ihtimalle Matild Manukyan’dır.
Artık hiçbiri hayatta değiller ki sorup teyit edelim.
Doksanlı ve iki binli yıllarda da romanları yayınlanan Vedat Türkali, Atatürk’ün Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs 1919 tarihinden altı gün önce Samsun’da doğuyor. Asıl adı Abdülkadir Pirhasan, Vedat Türkali ismini yazdıklarından ötürü hapse girmemek için kullanmıştır.
Yaklaşık bir asra yaklaşan hayatını toplumcu ve sol mücadeleye veren yazarın kendi politik görüşlerimin oluşmasında, hayata bakışımda ve edebiyata olan tutkumda çok büyük etkisi olmuştur.
Kendine özgü bir dil ve edebi ekol oluşturan “Eski Tüfek” Vedat Türkali yazdıklarıyla güncelliğini hep koruyacak ve daha uzun yıllar okunacaktır.