Ayhan Aydan 50’li yılların genç, çok güzel ve aynı zamanda ünlü sopranosudur ve dönemin çok sesli müziğin “Türk Beşlileri” diye bilinen ünlülerinden Ferit Alnar ile evli ve bir çocuk annesidir. Güzel ve alımlıdır. 1950’den sonra Başbakan olan Adnan Menderes, aynı yılın sonbaharında Ayhan Aydan ile karşılaşır, çok beğenir ve ona derhal ilgisini gösterir hem de herkesin ortasında ve de sakınmadan... Bu tanışma ve abartılı bu ilgi gösterme anına herkes tanık olur ama aynı zamanda Ayhan Aydan’ın eşi de. Artık Adnan Bey aşıktır, ama gerçek, ama değil… Çok ilgi gösterir, ben bir başvekilim ve karşımda tecrübesiz ama güzel ve bir o kadar da alımlı bir kadın var düşüncesi zinhar oluşmaz. “Ben istiyorum ve ısrar ediyorum” kültürü egemen kültürdür. Adnan Menderes tıpkı siyasi hayatında olduğu üzere, özel hayatında da doludizgin ve kontrolsüz yaşar ama zanneder ki “Ben Başvekilim” ve dokunulmazım oysa bulunduğu makam muvafıkları kadar muarızlarının da göz önünde bir yerdir. İktidar ve iktidardan mülhem güce müstenit oluyor olmanın yarattığı ve bahşettiği göz karalığı kendisinin zannettiği kadar engin ve sonsuz değildir
“Eşi ile aralarında ciddi bir yaş farkı vardı” gibi yorumlar yapılmasına rağmen konunun bir yaş meselesi olmadığını, merak edenlerin Adnan Menderes’in yaşına bakınca anlayacaklarını zannederim. Gerçi bu yaklaşımı gösterip Adnan Beyin yaşını göz ardı edenlerin Ayhan Hanımın ayrılığına makul gerekçe bulurlarken yeni ilişkinin yaş farkını göz ardı ederek bir meşru zemin yaratmaya çalıştıkları da aşikardır bana göre. Esasen de konunun yaş farkından ziyade bir sevgi meselesi olduğunun tespit ve teyidini yine Ayhan Hanım yapmıştır. Yassıada Mahkemelerinde, genel politik havanın yarattığı mahalle baskısına ve egemen herkesin ve her şeyin “o adama” karşı olmasına, mahkeme heyetinin sert ve nezaketten son derece uzak tavırlarına, “üçüncü kadınlığa” tenzili rütbe edilmişliğine rağmen, korkmadan, bana da bir şey yaparlar mı kaygısına hiç kapılmadan, “o erkeği” ne kadar çok sevdiğini haykırmıştır. Terk edilmişlik ve ihanet psikolojisinin etkisinde kalmadan ki genelde kadınların en zor ve izahı yapılamaz anlarıdır bu kabil yaşananlar, her türlü baskıya direnerek, hatta herkesin gözünün içine bakarak “Ama ben onu çok sevdim!” diyebilmiştir.
Aşağıdaki satırlar; “Bir Başvekil Sevdim” isimli Melike İlgün tarafından kaleme alınan, gerçek olaylara dayalı ve Başbakan Adnan Menderes’i çok seven bir kadının romanlaştırılmış hayatındaki kesitlerden en dramatik bölümüdür. Neler alınmamıştır ki göze bu aşk için, bu kadar fazla şeyi kimse göğüslemeyi başaramaz, o günde bugün de. Mezkûr aşkın her iki tarafı da toplumun onaylamadığı lakin gönüllerin de ferman dinlemediği noktada gönüllerinin dikine yaşarlar aşkı. Gerçi erkek tarafı kadın kadar cesur da değildir, gözü kara da değildir… Seven kadın boşanır ama sevdiği söylenen erkek hiç rahatsız değildir hukuki durumundan.
“Ne oldu, ne bu afra tafra”
“Sormayın hanımım, okul çıkışında çocuklar laf attılar”
“Sana mı laf attılar”
“Yok yok, Aydan’a”
“Allah Allah… Ne dediler”
“Biri ‘bu düşüklerden’ dedi. Diğeri, “yok, bu düşüğe yamananlardan,’ dedi”
Ayhan gayri ihtiyari bir çığlık attı. Demokrat Partililerin yakınlarına “Düşükler” dendiğini duymuştu, hatta çocuklarının okulda, eşlerinin çarşıda pazarda taciz edildiği de çalınmıştı kulağına, ama sıranın kendilerine geleceği aklına bile gelmemişti. Hele de bir çocuğun başka bir çocuğa böyle yapması akıl alır gibi değildi.
Kitap; sadece sevme ve sevilme üstüne ya da yaşanan bu derin aşk üstüne değildir elbet… Kitap, gerçek olaylar üzerine romanlaştırılmış, gerçek yaşanmışlıklara dayalı ilişkiler, beraberlikler, ayrılıklar, siyasi tutum alışlar, siyasi çalımlar, siyasi sonuçlar, insani hoşgörüler, kararsızlıklar, karamsarlıklar, kötümserlikler, ekonomik tedbirler ve sonuçları, toplumsal hayat ve şekillenişleri gibi hükümet etme ya da hükümet edememe arka planında bir dönemin psikolojik, ekonomik, sosyolojik ve politik durumu yer almaktadır.
Kitap yer yer toplumda Adnan Menderes’in tutumu üstüne eleştirilerin artması ile kendisini çok seven kadından yapılan eleştirilere katılsa dahi çok fazlaca itiraz gelmez çünkü “o seven kadın”dır. Ancak, aşk gözleri kör etmemiştir, Ayhan Hanım toplumda “büyük aşk” diye dillendirilmesine rağmen aslında sadece kendisinin aşkının büyük olduğunun farkındadır, çünkü tüm görüşme zamanlarını ve kurallarını “o” tayin ve tespit etmekte, kendisinin istediğinde değil sadece “o”nun istediği zamanlarda geldiği bir “bağra” sahiptir. Açıkçası tek taraflı fedakârlık, tek taraflı sevgi, tek taraflı bağlılık söz konusudur.
Bu kadar duygulu ve içli ol, aşkın ve sevdan uğruna deyim yerinde ise gözü karartarak “pervasız” davran, çok sevil, duygusallığın en yükseğine tırman, ruhunda bir hicran ateşi yansın, beklenenden fazla romantik ol, sonra da gel diktatör ol… Hay Allah…Esasen iyi olduğuna dair her türlü emareyi taşı ama her türlü melaneti ve kötülüğü yapabilecek ikinci bir kişiliğin olsun, inanılır gibi değil.
Kitabın bir yerinde; Ayhan Aydan’ın duyguları şöyle dışa vurulur, “Bazen o kadar kızıyordu ki Adnan’a. Tehlikeyi görmediği için, sıkıntıları çözmeye çalışmaktansa bastırmaya çalıştığı için, sadece alkışlara kulak verdiği için, her alkışlayana inandığı için, duymak istemediklerine kulaklarını tıkadığı için, iktidarının ilk gününden beri İnönü’ye karşı düşmanca davrandığı için, başına bu işleri açtığı için, onu koruyamadığı için…”
Ama, bence en önemli sonuç, yukarıda kitaptan aktardığım diyalogda çoluk çocuk dahil her DP’liye “düşük” muamelesi yapılmasıdır. Bu çok gayri hukuki ve ayıp bir şeydir, evrensel hukukun suçun kişisel olması ilkesine aykırı olması bir kenara bizim toplumsal öğretimize de son derece aykırıdır. Lakin; kişinin muktedirliğinde kâmil ve kemal olması gerekir iken ayrıştırıcı ve ötekileştirici tutumu özellikle de “Vatan Cephesi” ucubesinde olduğu üzere bizden olmayan herkes “düşmandır” telakkisidir tüm bu sonuçlara sebep. Keşke olmasa ama işte sen bağışlayıcı olmazsan bağışlayıcı olmuyorlar sana da… Ne yazık ki, böylesine bir dünya pratiği var önümüzde… Şimdi kitaptan aktarılan bölümdeki diyaloğun tarafları çocuklardır ve sarf edilen kelamlarda çocuklara öğretilmiştir diye düşünülür ise yandı gülüm keten helva… “Çocuklara öğretilmiş” izahı çok hafif kaçar bana göre evlerinde ailelerinin aile içi muhabbetlerde ne menem bir cendere içinde olduklarının beyanı üzerine çocukların aldığı pozisyondur bu dışa vurum. Yani ve hülasa fizik kuralı hayatın her alanında karşımızda, etki tepki meselesi ve onların şiddeti… “Sırça köşkte oturan komşusuna taş atmamalı” gibi bir söz yaratanların mirası topraklarda yaşanıldığını bir an bile unutmamalıdır, insanlar bana göre…