23 Nisan 2024 Salı
Ruhi Mehmet ÇİLEK
Ruhi Mehmet ÇİLEK
SEYYAH
12.02.2021 09:21

ZİLLİ KURT HİKAYESİ

ZİLLİ KURT HİKAYESİ

Türkçemizin en önemli kullanıcılarından Yaşar Kemal’in ünlü Fransız yazar Alain Bosquet ile görüşmeleri “Yaşar Kemal kendini anlatıyor” adı ile kitaplaştırılmış, muhteşem bir anılar, efsaneler ve düşler birlikteliği. Çok keyifli, nostaljik bir o kadar da göz yaşartacak ülke gerçekleri ama illaki altı çizilen eğer ki müesses nizamdan yana değilseniz, vay geldi, ki ne vay… 

Koca ustadan müthiş bir kıssa ve hisse kabilinden bir hikâye var.

“Doğu Anadolu’da koyun sürülerine, koyun damlarına kışın acıkan kurtlar girer, koyunlara saldırırlar, bir koyunu alıp götürmezler, bütün bir sürüyü ısırırlar, yaralarlar, parçalarlar kaçarlar. Kurdun dişlerince yaralanmış koyunlar iflah olmaz, ölürlermiş eninde sonunda. İşte böyle köye kurt girdiğinin sabahı köylüler atlanırlar, kurtların ardına düşerlermiş. Kurdu, kurtları yakalayınca fiske bile vurmazlar sağlam bir zincirle, kopmaz kirişle kurtların boğazına birer zil takar onları bırakırlarmış. Kurtlar kurda kuşa, hiçbir canlıya, koyuna keçiye, eşeğe, danaya, hiçbir yaratığa yaklaşamazlar açlarından ölürlermiş.

İşte Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri de bu kurt metodunu köylülerden öğrenmiş her hoşuna gitmeyen insanın boynuna bir zil takıp bırakıyordu bozkıra. Ben sizi bilmem, benim gençliğimde boynumda hep zil oldu. Arkadaşlarımın da.”

Bakıyorsunuz yine mezkûr anılara ne kadar iş, mekân, kılık ve kıyafet değiştirmiş, meşhur bir yazar olana kadar, işte o zaman anlaşılıyor durum. Hatta o zil o kadar kalıcı ki, “İnce Mehmet” adlı destansı roman için, Varlık Dergisi tarafından 1956 yılında verilen “en iyi roman ödülü” sırasında bile çalmaya başlar. Üstelikte seçici kurulda, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Nurullah Ataç, Reşat Nuri Gültekin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Suut Yetkin varmış, her biri alanında “deve dişi” misali, lakin kimin umrunda karşılarında koca devlet ve onu yöneten hükümet var... Gerçi durum kolay izah edilebilir, memleketin sath-ı mailne bakınca, “yeter artık söz milletin” diyerek iktidar koltuğuna oturanlar, millet de kim oluyor “ya devlet başa ya kuzgun leşe” kültürü icat edilmiş, ve de esasen kerim devlet muradına onlar eriyor ama vatandaşa kerevet yine de düşmüyor.

Irgat kâtipliği, memurluk, ırgatbaşılık, öğretmen vekilliği, pamuk tarlalarında pamuk çapalama, pamuk toplama ameleliği, patozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük, karpuz satıcılığı, ekin biçme ameleliği, arzuhalcilik, Fransız şirketinde gaz kontrol memurluğu, pirinç tarlasında su bekçiliği, tabelacılık ve final gazetecilik ve yazarlık… Hem de birinci sınıfından hem de iftiharlık biçiminden bir yazarlık ve gazetecilik… Gerçi hiçbir işi yazarlık ve gazetecilik kadar uzun sürememiştir. Hepsinden, polis takibatı ve hâkim siyasi görüşün kendisini yaşatmama kültüründen mülhem tavır sonucu kovulmuş ya da uzaklaştırılmış… En uzun yaptığı işte, kullandığı başka bir isim sayesinde kalıcı olabilmiştir. Esasen ve açık olarak bu akıllı bir adamın yapacağı bir şey değildir. Mesela devrin siyasileri ve onların kanun adamları sonradan hiç üzülmemişler midir acaba? Yahu biz bu adama izin verseydik de tabelacılık ya da arzuhalcilik ile ekmeğini kazansa idi, belki karşımıza dünya çapında bir yazar olarak çıkamayabilirdi, karşımıza kapı gibi dikilen bir özgürlük savaşçısı ve insan hakları savunucusu olamayabilirdi, diye hiç düşünmüşler midir acaba? Ayrıca devlet gücünü kullananlar bu gücü yönlendirenler neden bu kadar kin ve intikam peşindedir, genelde çok anlaşılmaz ama bizim mahallede ikamet edenlerce son derece sarihtir.

Soğuk savaş, döneminde “komünist” damgası yedin mi artık iflah olmaz bir haldesindir, peki “damga”” vurma yetkisi kimdedir, o yetki sadece ve sadece Amerikan kaşığı ile Amerikan necaseti yiyenlere aittir. Hani komünist dediklerine Amerikan kaşığı ile Rus necaseti yiyorsunuz diyorlardı ya, kendi durumları çok fena beterdi… Aslında her türlü melanet, kötülük, fitne, fesat namına örgütlenmiş, kerim güç de arkalarında, sen de, müesses nizama ve erketelerine velev ki “ya durun bi” de, vallahi yandı gülüm keten helva…Vebalı muamelesine tabisinizdir kaçınılmaz olarak, size kim herhangi duygu ve düşünce ile safiyane dahi olsa merhaba derse, mezkur yaptırımlar behemehâl devrededir. Kırk satır ya da kırk katır, tercihiniz…

Çeşitli ülkelerde değişik biçimleri ile karşımıza çıkar, bu zil takma uygulamaları. Türkmenistan’da görevden alınan bir bakan, tüm kimliklerine el konularak, evinin bahçesinden dışarıya çıkmamak üzere sınırlandırılır iken bir başka ülkede kim kendisine iş ya da aş verecek olursa, göz dağı, olmadı tehdit, o da olmadı tenkil edilir... Türkmenistan’da neden bu duruma düşürülen kişi yurt dışına kaçmaz diye ben bu eski bakana bu soruyu sordum, bazı zevzeklerin memleketseverlik ya da yurtdışındakilere koz vermemek zannetmelerine rağmen, “geride kimi bırakırsam, çoluk, çocuk, anne, baba, kardeş, hala oğlu, teyze kızı demezler, ta yedi sülaleni cezalandırırlar” demişti. Tabii, suçun şahsiliği, suç ile ceza arasındaki makul oran felan hak getire bu kabil uygulamaları vatandaşa layık görenlerce... Gerçi bizim ülkemiz de son derece mümbittir, konu bağlamında… 12 Eylül darbesi sırasında bin bir işkence ve zulüm uyguladıkları, hapislere attıkları insanlara her türlü hukuksuz uygulamayı reva görürler iken, yetmezmiş gibi anne-babalarının, eşlerinin, kardeşlerinin, “sahiplenmelerine” ve “ilgilenmelerine” bile tahammül edemez, bu anarşistlere neden sahip çıkıyorsunuz propagandası, muamelesi ve de nihayetinde de haliyle mezkur zulümleri reva görürlerdi. 

Sıkıyönetim dönemlerinde; sadece komutanın iki dudağı arasında olan “Bölge dışına sürme” uygulaması “zilli kurdun” zil kuşanması ile yırtamadığı bir durumdur ilaveten. Zilli kurdun bir leğene oturtularak okyanusa bırakılması ile eşdeğerdir. Alıyorlar seni, hiç bilmediğin tam tersi görüşlülerin olduğu yere, sabah akşam imza vermek şartı ile sürüyorlar, güvenlik güçleri yeterince milli ve yerli şeytanın aklına bile gelmez uygulamalar ile hayatı zindan ederler iken yaşanan iç savaş koşullarında her türlü paramiliter gruplarının ortasına bırakırlar…

Evet, Türkçemizin büyük üstadı Yaşar Kemal’in, bu durumlara bakarak o şiirsel ifade ile ettiği bir sözü ile sonlandıralım yazımızı… O, bizim mahallenin iyi insanlarına, çekip giden iyi insanlara, has insanlara yeniden kavuşma umuduyla, selam olsun onlara…

 “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler gittiler, demirin tuncuna, insanın piçine kaldık”

Son Haberler

©2016 - BHM | BODRUM HABER MERKEZİ info@bodrumhabermerkezi.com